Gök gürültüsüyle uyandım bu sabah. Yağmur sesinin bana huzur verdiğini hissetmişimdir her zaman. Kalktım, perdeyi araladım ve gökyüzüne baktım. Bulutlar sarmış dört bir yanı. Başımı pencerenin kenarına yasladım ve yağan yağmuru seyrettim uzunca bir süre. O arada bir sürü düşünceyi de misafir ettim, geldiler ve gittiler sevgiyle. Bereket yağıyor derdi ananem çünkü yağmur bereketti eskiden , fidanları büyüten, ağaçlara can veren.
Büyük şehirlere tıkıldıkça mı unuttuk şükretmeyi? Şehirleştikçe mi betonlaştı düşünceler? Doymak bilmeyen gözler körleşmişti sanki. Sahip olamadıklarımızdaydı gözlerimiz, hep daha fazlası, biraz daha biraz daha... öylesine dolmuştu ki evlerimiz kendimize bile yer yoktu artık. Evlerde yer bulamadıkça dışarıya koştuk, dışarıdaki odağımız ise hep başkaları oldu. Başkalarının hayatlarıyla doldurduk beynimizi ve bedenimizi, içimizde de yer kalmadı haliyle ve unuttuk benliğimizi. Ne fazladan aldığımız ayakkabı doldurdu içimizdeki boşluğu ne de çantalar, takılar... farkında bile değildik ne yaptığımızın. Aldığımız her eşya en fazla üçüncü kullanımda sıradanlaştı. O eşyaları almak için gittiğimiz iş, verdiğimiz zaman da sıradanlaştı. Bir türlü aradığımız mutluluğa ulaşamıyor, huzur bulamıyorduk. Sıkıştık... sıkıştık... evin taksidi bitsin, arabamı alayım, çocuklar okullarını bitirsin derken geçip giden ömürlerde gelmeyen gelecek zamana erteledik mutluluğu. Oysa mutluluk aldığımız her nefeste değil miydi? Şimdi, şu anda ve tam içimizde değil miydi? İyisiyle kötüsüyle, zorluğuyla kolaylığıyla yaşadığımız anda değil miydi? Yağan yağmura şükredebilmek değil midir mutluluk? Açan güneşe, parlayan yıldıza, meyve veren ağaca şükredebilmek bereketin en büyüğü değil midir? Ve yaşamak ....
Комментарии